Galva Metal Yönetim Kurulu Başkanı Tolga Kısacıkoğlu ile yassı mamul segmentindeki son gelişmeleri ve yaşanan zorlukları konuştuk.
Yassı mamul piyasasındaki son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yassı mamul piyasası, 2025’in ilk aylarından itibaren oldukça zorlu bir dönemden geçiyor. Maalesef, ülke ekonomisinin genel görünümü sektöre de doğrudan yansıyor. Sanayi üretiminde yaşanan daralma, otomotiv ve beyaz eşya gibi ana sektörlerdeki talep düşüşüyle birlikte maliyetler ciddi baskılar oluşturuyor.
Piyasanın mevcut durumu sadece hammaddeye erişimde değil, finansal anlamda da ciddi sıkıntılar içeriyor. İlk çeyrekte borsaya açık birçok şirketin açıkladığı zarar rakamları, sektörümüz özelinde de kendini hissettirdi. Sadece son birkaç haftada sektörden bazı firmaların iflas ya da konkordato kararı alması, piyasanın ne denli kırılgan olduğunu net şekilde ortaya koyuyor.
Tüm bu zorluklara rağmen, biz firma olarak yatırımlarımızı uzun vadeli bakış açısıyla sürdürüyoruz. Gerek verimliliği artıracak otomasyon ve modernizasyon projeleri gerekse yeni üretim hatlarıyla hedefimiz; bu kriz döneminden daha güçlü, daha verimli bir yapıyla çıkmak. Mevcut ekonomik koşullar altında, üretim hızını ve kalitesini artırmadan, düşük verimli sistemlerle ayakta kalmak mümkün değil. Biz de tüm yatırımlarımızı bu doğrultuda ilerletiyoruz.
Özetle, yassı mamul piyasası şu anda direnç testi veriyor. Bu süreçte ayakta kalabilmek için yüksek verimlilik ve güçlü iş birliği şart gözüküyor.
Talep ve fiyatların gidişatı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ne yazık ki, 2025’in ilk aylarında hem talep hem de fiyatlar açısından oldukça zorlu bir süreç yaşıyoruz. Yılbaşında yaptığımız planlamalarda daha istikrarlı bir ekonomik tablo ve kademeli faiz düşüşleri öngörülüyordu. Ancak gelişmeler beklentimizin tam tersi yönde seyretti; faizler artmak zorunda kaldı, tüketim ve sanayi üretimi geriledi ve bu da piyasaya ciddi şekilde yansıdı.
Kısa vadede en az üç ay daha zorlukların süreceğini öngörmekle birlikte, yılın ilerleyen dönemlerinde; antidamping kararının yürürlüğe girmesi, yeniden inşa faaliyetlerinin hızlanması, faizlerde olası bir düşüş ve bölgesel barış ortamlarının oluşması gibi olumlu gelişmelerin sektöre yeniden hareket kazandıracağına inanıyoruz.
İç piyasada tüketim ne durumda, önümüzdeki dönem için beklentileriniz hangi yönde?
İç piyasa tüketimi ne yazık ki ciddi bir daralma yaşıyor. Özellikle sanayi üretiminin yavaşlaması, tüketici güveninin düşmesi ve yüksek finansman maliyetleri birçok sektörde talebi baskılıyor. Otomotiv, beyaz eşya ve inşaat gibi çelik tüketiminin yüksek olduğu alanlarda üretim hacimlerinin gerilediğini gözlemliyoruz. Bu da doğal olarak yassı çelik ürünlerine olan iç talebi olumsuz etkiliyor ve fiyatlar üzerinde baskı kuruyor.
Deprem bölgesindeki yeniden inşa süreci geçen yıl iç piyasayı bir nebze canlı tutmuştu. Ancak Kasım ayından bu yana o bölgedeki talebin de önemli ölçüde yavaşladığını görüyoruz. Özellikle yılın ikinci yarısında yeniden hız kazanacak kamu projeleri, kentsel dönüşümdeki yasal ve finansal teşvikler, antidamping kararının iç üreticileri koruyacak yönde sonuçlanması gibi gelişmeler iç tüketimi destekleyebilir.
Trump’ın korumacılık hamleleri sektörü nasıl etkiliyor?
2025 yılı Mart ayında, ABD Başkanı Donald Trump tarafından yürürlüğe konan %25 oranındaki genel çelik ve alüminyum ithalat tarifesi, küresel ticaretin dinamiklerinde önemli bir değişime neden oldu. Tüm ülkeleri kapsayan bu uygulama, özellikle Türkiye gibi daha önce aynı oranda tarifeye tabi olan ülkeler açısından dikkat çekici sonuçlar doğuruyor.
Bu yeni düzenlemeyle birlikte, Türkiye’nin ABD pazarındaki rekabet koşulları diğer ülkelerle eşitlenmiş oldu. Bu da Türk çelik üreticileri için Amerikan pazarında görece bir avantaj yaratabilir. Ancak bu gelişmenin olumlu yönlerinin yanı sıra, bazı riskleri de beraberinde getirdiğini belirtmek gerekiyor.
ABD'nin bu tarifeleri küresel hurda fiyatlarını yukarı çekebilir. Türkiye, üretiminde büyük oranda hurda girdisine bağımlı olduğu için, bu maliyet artışı yerli üreticiler açısından baskı yaratabilir. Sonuç olarak, ABD'nin gümrük politikası, Türk çelik sektörü için hem yeni fırsatlar hem de dikkatle yönetilmesi gereken maliyet riskleri sunuyor. Sonuç olarak, söz konusu tarife uygulaması Türk çelik sektörü için çift yönlü bir tablo ortaya koyuyor. Kısa vadede ABD pazarında rekabet avantajı sağlayan bu gelişme, uzun vadede girdi maliyetleri ve global fiyat dalgalanmaları açısından dikkatle izlenmesi gereken bir sürece işaret ediyor.
AB koruma önlemlerindeki incelemeler sonucunda kota tonajlarını azalttı. Bu ticareti nasıl etkiledi ya da etkileyecek?
Avrupa Komisyonunun son kararıyla, ithal çelik ürünlerine yönelik koruma önlemlerinde önemli kısıtlamalar devreye alındı. Özellikle yıllık kota artış oranının %1’den %0,1’e düşürülmesi ve bazı ürünlerde ülkeye özel kota üst sınırlarının azaltılması, ihracat odaklı çalışan Türk yassı mamul üreticileri için ciddi etkiler yaratacak.
Komisyonun ayrıca kullanılmayan kota tonajlarının bir sonraki döneme devrini iptal etmesi ve ülkeye özgü kotasını tüketen ihracatçıların “diğer ülkeler” kotasından yararlanamaması gibi düzenlemeleri de mevcut sistemin esnekliğini iyice sınırlıyor. Genel tabloya baktığımızda AB’nin bu adımı, Türk çelik sektörünün Avrupa pazarında karşılaştığı yapısal engelleri artırıyor. İç piyasanın daraldığı ve alternatif pazarların hâlâ sınırlı olduğu bir dönemde, bu kararlar sektöre kısa vadede ilave zorluklar getirecektir.
Mısır’ın HRC ithalatına yönelik başlattığı soruşturmanın etkileri sizce ne olacak?
Mısır’ın menşe ayrımı gözetmeksizin sıcak haddelenmiş rulo sac (HRC) ithalatına yönelik başlattığı koruma önlemi soruşturması, bölgesel ticaret dengeleri açısından önemli sonuçlar doğurabilir. Özellikle son dönemde artan rekabet ve fiyat baskısı ortamında, bu tür korumacı adımlar hem bölge içi fiyatlara hem de ticaret akışlarına doğrudan etki ediyor. Mısır, başta Çin, Türkiye, Rusya ve Japonya olmak üzere birçok ülkeden HRC ithal eden bir pazar. Bu soruşturmanın sonucunda olası bir vergi ya da kota uygulaması devreye girerse, bu ülkeler için Mısır pazarı daralacak ve rekabet başka pazarlara kayacaktır. Bu durum, hâlihazırda AB ve ABD gibi büyük pazarlarda çeşitli koruma önlemleriyle karşı karşıya kalan Türk çelik sektörü için ayrı bir ihracat riski anlamına geliyor. Özellikle iç talebin zayıf seyrettiği, AB kotalarının daraltıldığı ve finansmana erişimin zorlaştığı bir dönemde, Mısır gibi alternatif pazarlarda yaşanacak kısıtlamalar, üreticilerin ihracat stratejilerini yeniden gözden geçirmesini gerektirecek. Türkiye’nin HRC ihracatında Mısır önemli bir partner konumundaydı. Bu nedenle soruşturmanın sonucu, Türkiye menşeli ürünlerin rekabet gücünü doğrudan etkileyebilir.
İhracat piyasalarındaki genel durumdan bahsedebilir misiniz? Vergi savaşları ya da jeopolitik gelişmeler sebebiyle ticaret rotalarında değişiklik bekliyor musunuz?
2025 yılı itibarıyla, ihracat pazarları yoğun belirsizlikler ve dalgalanmalarla karşı karşıya. Küresel ölçekte artan korumacı yaklaşımlar, jeopolitik gerginlikler ve ekonomik kırılganlıklar, çelik ticaretinin yönünü ve işleyişini önemli ölçüde etkiliyor. ABD’nin çelik ve alüminyum ithalatına uyguladığı %25 oranındaki genel tarife, Avrupa Birliği'nin kota sisteminde yaptığı sıkılaştırmalar ve son olarak Mısır’ın sıcak haddelenmiş rulo sac ithalatına ilişkin başlattığı koruma önlemi soruşturması, ticaret güzergâhlarının yeniden şekillendiği bir döneme işaret ediyor. Avrupa Birliği’nin yıllık kota artış oranını %1’den %0,1’e düşürmesi ve ülke bazlı üst limitleri daraltması, Türk çelik üreticilerinin Avrupa pazarındaki manevra alanını ciddi şekilde sınırlandırmış durumda. Aynı şekilde, Mısır gibi bölgesel pazarlarda gündeme gelen koruma tedbirleri, ihracatçılar açısından yeni pazar arayışlarını zorunlu hale getiriyor.
Çin hala küresel piyasalar için tehdit oluşturmaya devam ediyor. Çin’in ihracatı için beklentileriniz neler?
Çin iç pazarındaki talep daralmasının ardından, bu ülkenin elindeki üretim fazlasını düşük fiyatlarla ihraç etmeye yönelmesi, Türkiye dâhil olmak üzere birçok ülkenin iç piyasasında ciddi baskı yaratıyor. Türkiye özelinde baktığımızda, Çin menşeli ürünlerin düşük fiyatlarla pazara girmesi, yerli üreticiler açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Çünkü Türk üreticiler hem enerji maliyetleri hem de çevresel ve sosyal yükümlülükler açısından Çinli rakiplerine göre daha yüksek maliyetle üretim yapmak zorunda kalıyor. Düşük fiyatlı ithalatın iç piyasada talep kaymasına neden olduğunu görüyoruz. Nihai kullanıcılar açısından kısa vadede cazip gibi görünse de uzun vadede bu durum yerli sanayiciyi zorluyor ve istihdam, üretim sürekliliği gibi alanlarda riskler doğuruyor. Çin’in bu stratejisi sadece fiyatları baskılamakla kalmıyor, aynı zamanda Türk üreticilerin yatırım kararlarını da olumsuz etkiliyor. Sürekli değişen piyasa koşulları, üreticileri yeni yatırımlardan veya kapasite artırımlarından uzaklaştırıyor. Türkiye’nin kendi üreticisini koruyacak önemleri en hızlı şekilde alması sektör açısından en önemli konulardan biri olarak ortaya çıkıyor.
Ekonomik durum işlerinizi nasıl etkiliyor?
Son 2-3 yıldır faizler yüksek, enflasyon yüksek, genel giderler sürekli artıyor ve kurun baskılanması sebebiyle sistem daha da zorlanıyor. Bence bu duruma 2-3 farklı çare var. Bir tanesi şirket içi verimlilik artışı. Herkes iş gücü verimliliğini maksimize etmek zorunda. Yoksa mevcut giderlerle baş etmek çok zor. Diğeri de şirket dışı ile verimlilik artışı. Dar talep ya da artan maliyetler sebebiyle, iki firmanın aynı işi az talep sebebiyle verimsizce yapması yerine; birleşmeler ve stratejik ortaklıklar ile verimlilik artırılmalı. Kapasite kullanım oranlarımızı yükseltmeden kârlılığımızı artıramayız. Avrupa ve Amerika gibi batılı ülkelerde, sıklıkla yaşanan şirket birleşmeleri ve stratejik ortaklıklar ise ülkemiz kültüründe, maalesef çok nadir olan şeyler. Bizler aynı derdi taşıyan, aynı sektörde, benzer iş yapan firmaları rakip ya da olumsuz duygularla anarken, halbuki benzer dertleri olan meslektaşlar olduğumuzu unutuyoruz. Bu talep azlığı ve kapasite fazlalığı artık bu bakış açısını bırakıp, iş ortaklıkları, partnerlikler ve birleşmeleri beraber getirmek zorundadır.
2-3 firma verimsiz ve zararına çalışacağına, tek çatı altında, verimli ve kârlı bir sistem kurulması hem işletmelerin hem ülkenin genel menfaatinedir. Biz bu konuda öncü olmak istiyoruz. Devam eden görüşmelerimiz de var. Herkese de kapımız açık.
Fırsatı bulmuşken bir önerimi daha belirteyim. Kuru yükseltemiyoruz, çünkü enflasyon daha da artar. Ama kur olmadan da rekabetçi olamıyoruz. O sebeple, TCMB’nin ihracatçıya, yurt dışından gelen bedelleri belirli bir prim ile satması sorunu çözebilir. Kur oranı sabit kalır ama ihracatçı gelen bedellerini %5-10 gibi bir prim ile TL’ye dönebilir. Eximbank’ın buna benzer bir sistemi var ama verdiğiniz taahhüt şartları çok ağır olduğu için firmaların çoğu bu imkândan yararlanamıyor. Aklımdan geçen başka bir konu da mevcut işçilik maliyetleriyle yurt dışında olamayan firmalarımız için ihracatı oranında SGK primlerinde indirim yapılabilir. %30 ihracat yapıyorsan %30 işçiliğin vergi yükü hafifler ve ülke genelinde ihracatta tekrar rekabetçi olmamız için kapı açılır. Türkiye geçen sene ilk defa net yatırım ihracatçısı oldu. Yani yabancıların Türkiye’ye yaptığı yatırımdan daha fazlasını, Türkler yurt dışına yaptı. Bu durumu terse çevirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.