4–8 Kasım tarihleri arasında İtalya’nın Rimini kentinde düzenlenen geri dönüşüm ve yeşil ekonomi temalı uluslararası ticaret fuarı Ecomondo sırasında Assofermet Rottami Başkanı ve Trans Commodities’in sahibi Laila Matta ile sohbet ettik. Matta ile karbonsuzlaşmanın getirdiği maliyet ve gereklilikler, Avrupa’da geri dönüştürülmüş çeliğin bulunabilirliği, stratejik hammaddelerin yönetimi, malzeme izlenebilirliği kurallarının karmaşıklığı ve gümrük ile çevre mevzuatına bağlı bürokrasiyi konuştuk.
Avrupa’da karbonsuzlaşma maliyetleri nedeniyle zorlanan şirketlerin sayısı artıyor ve birçok firma yatırımlarını geri çekiyor veya azaltıyor. Bu durumda Avrupa’nın iklim hedeflerine belirlenen takvimde ulaşmak sizce mümkün mü?
Gerçekçi olmak istiyorsak Avrupa’nın karşı karşıya olduğu fiili zorlukları dikkate almalıyız ve Avrupa Komisyonu tarafından belirlenen takvimin şüphesiz kısa olduğunu kabul etmeliyiz.
Piyasa oyuncularının bu karbonsuzlaşma sürecini uygulamak için kısa vadede yeterli mali kaynakları seferber etmenin zorluğu konusunda endişeleri gün geçtikçe artıyor çünkü son kullanıcı piyasaları şu anda bunun ekonomik sonuçlarını tam olarak kabul etmekte zorlanıyor.
Bu nedenle bu karbonsuzlaşma yolunun gerçekten uygulanabilir olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Nihai hedefi sorgulamıyoruz ancak özellikle gerekli kaynakların yetersiz olduğu bu bölgede asıl sorun hedeflenen tarihlerin bu kadar yakın olması.
Birçok şirketin ve hatta başta ABD olmak üzere birçok ülkenin konuyu yeniden değerlendirmeye başlamış olması, Avrupa Birliği tarafından belirlenen hedeflerin önerilen zaman ve yöntemlerle ulaşılamaz olduğunun kanıtı niteliğinde.
AB’li çelik üreticileri, geri dönüştürülmüş çeliğin Avrupa’da kalması gerektiğini savunuyor. Buna karşılık hurda tedarikçileri ve tüccarları, iç talebin yetersiz olduğunu ve ihracatın sınırlandırılmasının arz fazlasına yol açarak piyasada ciddi sonuçlar doğuracağını söylüyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir ve tüm taraflar için uygun koşullar nasıl oluşturulabilir?
Geri dönüştürülmüş çeliğin çelik üreticileri için öneminden hiç kimsenin şüphesi yok. Ancak Avrupa’daki geri dönüştürülmüş çelik arzının taleple kıyaslandığında önemli ölçüde fazla olduğunu vurgulamak da aynı derecede önemli.
Bilindiği gibi Avrupa’da yıllık geri dönüştürülmüş çelik üretimi yaklaşık 100 milyon mt düzeyinde ve bunun yüzde 20’sinden azı Avrupa’daki çelik üreticileri tarafından tüketilmediği için ihraç ediliyor. Zaman içinde kalıcı hale gelen bu fazlalık, 2006 yılından itibaren Avrupa’daki çelik üretimindeki azalmadan kaynaklanıyor. Bu konudaki pozisyonumuz, Avrupa Komisyonuna bağlı Ortak Araştırma Merkezi’nin (JRC) Temmuz ve Ekim aylarında yayımladığı raporlarda da açıkça ortaya kondu. Burada ihracatı önlemeye odaklanmak yerine, asıl ihtiyacın çoğunlukla ihraç edilen hurda kalitelerinin daha gelişmiş teknolojilerle kullanılabilir hale getirilmesi olduğu, böylece geri dönüşüm sektörünün somut biçimde desteklenmesi gerektiği ifade edildi.
Avrupa’daki çelik kapasitesi yeni elektrik ark ocaklarının inşasıyla gerçekten artırılabilirse mevcut hurda fazlasının kademeli olarak iç piyasada absorbe edileceği çok açık.
Buna ek olarak Avrupa sınırları içinde geri dönüştürülmüş çeliğin kullanımını teşvik eden diğer önlemleri de destekliyoruz, örneğin:
- Üye devletler arasındaki ticaret engellerinin tamamen kaldırılması
- Daha az bürokrasi ve kullanıcı süreçlerinde dijitalleşmenin artırılması
- Sanayi ürünleri üretiminde belirli bir oranda geri dönüştürülmüş çelik kullanımı şartı getirilmesi
- Kamu alımlarında geri dönüştürülmüş ürünlerin zorunlu ve öncelikli kullanımı
- Geri dönüşüm sektöründe hurda kalitesini artırarak Avrupa çelik sanayisinde ileri endüstriyel uygulamalarda kullanılmasını sağlayacak araştırma ve yenilik projelerine ekonomik destek sağlanması.
Bu, sektörün rekabet gücüne zarar verecek olan ihracat kısıtlamalarına kıyasla çok daha arzu edilir bir yaklaşımdır.
Her şeyden önce Avrupa çelik üretimini desteklemeye devam ediyoruz. Geri dönüşüm segmentindeki piyasa oyuncuları her zaman Avrupa çelik üreticilerine tedarik yapmaya öncelik vermiştir, biz de mevcut elektrik ark ocağı üretimlerine ve Avrupa Çelik Eylem Planı’na göre planlanan yeni tesislere hizmet vermekten memnuniyet duyarız. Daha kolay ilişkiler, çok daha elverişli taşıma ve lojistik maliyetleri ve teslimatların haftalık veya günlük bazda planlanabilmesi bu iş birliğini mantıklı kılmıştır.
İkincil hammaddelerde Avrupa’nın özerklik hedefi sizce gerçekçi mi, yoksa Çin, Endonezya veya ABD gibi ülkelerin stratejik hammaddeleri ülkelerinde tutma politikaları göz önüne alındığında uluslararası ticareti kısıtlama riski mi taşıyor?
Geri dönüştürülmüş çelik söz konusu olduğunda ikincil hammaddelerde Avrupa özerkliği hedefi gerçekçi ancak diğer ikincil hammaddeler için bu gerçekçi değil ve ithalata karşı olası bir kapanma kesinlikle Avrupa için cezalandırıcı olacaktır.
Bir süredir ülkeler stratejik hammaddeleri kendi topraklarında tutuyor, bu durum da hammaddelerin ülkeden ülkeye değişen mevcudiyetine bağlı. Dünyadaki devletlerin giderek benimsediği bu korumacı politikanın geçerliliğini daha iyi anlamak için her bir stratejik hammaddeye ilişkin ayrı bir analiz yapılmalıdır.
Avrupa, stratejik hammaddeler açısından pek zengin olmadığından ABD, Çin, Hindistan, Endonezya ve diğer ülkelere kıyasla zayıf bir konumda. Bu nedenle stratejik ve bazı ikincil hammaddelere ilişkin kaynaklarımız, Avrupa sanayisine ve karbonsuzlaşma ile çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine zarar verebilecek ticaret kısıtlamaları getirilmeden önce dikkatle ve gerçekçi biçimde değerlendirilmelidir.
Son yıllarda malzeme izlenebilirliği ve tedarik zinciri sürdürülebilirliği konusu büyük önem kazandı. İtalyan metal ticareti şirketleri iş modellerini bu yeni gerekliliklere nasıl uyarlıyor?
Bu konu çok önemli ve Avrupa kesinlikle bunu ciddiye alıyor. Ne yazık ki bu amaçla getirilen düzenlemelerin karmaşıklığı, demirli ve demirsiz metallerin ticaretini yapan piyasa katılımcıları için söz konusu düzenlemeleri operasyonel olarak zorlayıcı ve bir ölçüde maliyetli hale getiriyor.
Kayıt dışı ticaretle mücadele etmek ve her zaman yasal şekilde faaliyet gösteren şirketleri desteklemek istiyorsak işleri yavaşlatmak yerine kolaylaştırabilecek daha sade düzenlemelere ve daha sade bir bürokrasiye ihtiyacımız var.
Ayrıca bu yeni kuralların şirketler üzerindeki ekonomik etkisini de kabul etmek gerekir. Şu anda bu maliyetlerin tamamı şirketler tarafından karşılanıyor, bu da rekabet güçlerini riske atıyor.
Çevre ve gümrük düzenlemelerine bağlı bürokrasi artışı genellikle bu sektördeki KOBİ’ler için bir engel oluşturuyor. Geri dönüşüm sektöründe rekabet gücünü korumak ve yatırımları çekmek için öncelikli gördüğünüz düzenleyici sadeleştirmeler neler?
Ne yazık ki bürokrasi çoğu sektörde olduğu gibi geri dönüşümde de genellikle en büyük engel.
Aslında çevre izni verilmesi için ilgili kurumlara sunulması gereken dosyanın hazırlanmasının karmaşıklığı eyaletten eyalete değişiyor, ayrıca bekleme süreleri de eyaletten eyalete değişse de genellikle son derece uzun.
Kurum düzeyinde de defalarca gündeme getirilen sorun, çevre ve gümrük düzenlemelerinin farklı eyaletlerde farklı uygulanması. Bu düzenlemeler bazen karmaşık ve tesislerin çalışma gerçekliğiyle uyumlu değil, bu da yetkilileri yorum yapmaya mecbur bırakıyor. Ayrıca yetkili kurumlarda sıkça yaşanan personel eksikliği, izinlerin verilme süresini olumsuz etkiliyor. Basitleştirilmiş mevzuat ile genellikle tartışma konusu olan ve eyaletten eyalete farklara yol açan yorumlama ihtiyacının önüne geçilebilir, izinlerin verilme süresi azalır ve geri dönüşüm sektörüne yapılacak yatırımları kolaylaştırarak maliyetlerde önemli bir azalma sağlanır.
