İzmir Demir Çelik İhracat Müdürü Eftal Pehlivan ile çelik sektörüne dair son durumu ve önümüzdeki döneme ilişkin beklentileri konuştuk.
İzmir Demir Çelik: Entegre güç, küresel vizyon, sürdürülebilir gelecek
İzmir Demir Çelik Sanayi A.Ş. (İDÇ), 1975 yılından bu yana Türkiye’nin önde gelen entegre uzun mamul üreticilerinden biri olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Aliağa’da konumlanan tesisimiz; iki elektrik ark ocaklı çelikhane, üç haddehane, kendi liman işletmemiz ve enerji üretim tesisimizle birlikte tam entegre bir üretim altyapısına sahiptir.
2024 yılında devreye aldığımız yeni çelikhane yatırımımızla birlikte yıllık sıvı çelik üretim kapasitemizi 3,1 milyon tona çıkardık ve bu sayede Türkiye’nin en büyük beş üreticisinden biri konumuna ulaştık. Ürün portföyümüzde; inşaat demiri ve profil gibi uzun mamullerin yanı sıra artan kapasitemizle birlikte kütük/blum gibi yarı mamuller de yer almaktadır.
İzmir Demir Çelik, iç piyasadaki güçlü konumunun yanı sıra, Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika başta olmak üzere birçok bölgeye gerçekleştirdiği ihracatlarla küresel rekabet gücünü her geçen gün artırmaktadır.
Kalite, sürdürülebilirlik ve zamanında teslimat odaklı üretim anlayışımızla; çevre dostu teknolojilere yaptığımız yatırımlar, şirketimizin uzun vadeli vizyonunun temel taşlarını oluşturmaktadır. Halihazırda devrede olan 70 MW kapasiteli güneş enerjisi santralimizi 150 MW seviyesine çıkarmayı hedefliyoruz. Söz konusu yatırım, İzdemir Enerji (İDÇ Grubu’nun halka açık enerji şirketi) bünyesinde yürütülmekte olup önümüzdeki dönemde de bu alandaki yatırımlarımızı kararlılıkla sürdüreceğimizi belirtmek isteriz.
İzmir Demir Çelik olarak yüksek üretim kapasitemiz, gelişmiş lojistik altyapımız ve sürdürülebilirlik vizyonumuzla yalnızca bugünün değil, geleceğin de çelik üreticileri arasında güçlü bir yer edinmeyi hedefliyoruz.
Zorlu piyasa koşullarında hizmet ve güvenilirlik öne çıkıyor
2025 yılı, global uzun mamul piyasası açısından arz fazlasının ve yapısal dengesizliklerin belirginleştiği bir dönem olarak öne çıkıyor. Talep zayıf, rekabet ise her zamankinden daha sert. Küresel ölçekte marjlar neredeyse sıfır seviyesine inmiş durumda; bugün artık bir siparişi alan değil, hızlı sevkiyat yapabilen firmalar avantaj kazanıyor. 1 dolar/ton gibi küçük farklar bile siparişin el değiştirmesine sebep olabiliyor. Rekabetin bu denli yıkıcı hale gelmesi, global ölçekte birçok üreticiyi nakit akışı ve kapasite kullanımı odaklı çalışmaya itmiş durumda.
ABD’nin tüm çelik ithalatına uygulamaya başladığı %50 oranındaki 232. Madde tarifesi, sadece Türkiye değil, tüm ihracatçı ülkeler için pazarın dışına itildiği bir dönemi başlattı. Bu karar, küresel yönlü ticaret dengelerini altüst ederken, Çin ve Güneydoğu Asya merkezli üreticilerin agresif fiyatlama stratejileriyle piyasa üzerinde baskıyı artırmasına da zemin hazırladı.
Özellikle Çin'in 2025’in ilk çeyreğinde uzun mamul ihracatını %100'ün üzerinde artırması ve bu ihracatın tamamen devlet politikalarıyla yönlendirilmesi, klasik arz-talep dengesini bozuyor. Bu durum, Türkiye dahil olmak üzere hurda bazlı üretim yapan EAO tesislerini maliyet açısından dezavantajlı bir konuma getiriyor.
Avrupa cephesinde ise talep hâlâ toparlanma sinyali vermiyor. İthal ürün baskısı, yurt içi üreticilerin maliyetlerini karşılamasını zorlaştırıyor. Enerji maliyetlerinin yüksekliği, üretim maliyetlerini yukarı çekerken, hurda fiyatlarındaki sert düşüş de nihai ürün fiyatlarında aşağı yönlü baskı yaratıyor. İç talebin yaz aylarında da düşük kalması, birçok üreticiyi üretim kesintisine yönlendiriyor.
Türkiye iç piyasasında da seçim sonrası dönemde yaşanan kur dalgalanmaları ve yüksek faiz ortamı, inşaat sektöründeki talep daralmasını pekiştirdi. Şu an için sadece deprem bölgesindeki yeniden yapılaşma süreci ve kentsel dönüşüm projeleri belirli bir hareketlilik yaratıyor.
Tüm bu tabloya rağmen İzmir Demir Çelik olarak biz, ürün çeşitliliği, pazar çeşitlendirmesi ve hızlı sevkiyat kabiliyeti ile bu zorlu süreci kontrollü biçimde yönetiyoruz. Fiyat odaklı değil, hizmet ve güvenilirlik odaklı ihracat stratejileriyle yeni pazarlar kazanmayı önceliklendiriyoruz.
Dinamik tedarik modeli ile rekabetçiliğimizi artırıyoruz
Elektrik ark ocağı (EAO) teknolojisiyle üretim yapan bir firma olarak, ana hammaddemiz hurda olmakla birlikte, değişen piyasa koşulları karşısında esnek hammadde politikası izliyoruz. 2024’ün son çeyreği ve 2025'in ilk yarısında hurda tedarik zincirinde yaşanan belirsizlikler ve yüksek fiyat dalgalanmaları, zaman zaman kütüğe yönelme stratejisini öne çıkardı. Nitekim, 2023 yılında 3,145 milyon ton olan ithal uzun yarı mamul miktarı, 2024’te 3,840 milyon tona yükselmiş; 2025’in ilk 6 ayında ise 2,077 milyon tona ulaşmıştır. Bu rakam, 2024’ün aynı döneminde 1,338 milyon ton seviyesindeydi ve böylece yıllık bazda %55’lik bir artış kaydedilmiştir.
İthal kütük, dönemsel olarak maliyet avantajı sağlamasının yanı sıra üretim sürekliliğini destekleyerek özellikle ihracat pazarlarında rekabetçiliğimizi artırmada önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde hem hurda hem de kütük tedarikini dinamik ve ihtiyaca göre şekillenen bir yapı içerisinde değerlendirmeye devam edeceğiz.
Ayrıca çevresel sürdürülebilirlik hedeflerimiz doğrultusunda, enerji verimliliğini optimize etmek ve üretimde karbon ayak izimizi azaltmak da öncelikli gündemlerimiz arasında yer alıyor.
Bu doğrultuda, piyasa koşullarına bağlı olarak hurda ve kütük arasında esnek geçiş yapabileceğimiz bir tedarik modeliyle hem maliyet hem de operasyonel verimlilik açısından avantaj sağlamayı amaçlıyoruz.
İhracatta yön değişiyor: Alternatif pazarlarda stratejik adımlar
Türk çelik sektörü 2025 yılı itibarıyla ihracat pazarlarında hem yapısal risklerle hem de dikkatli yönetilmesi gereken fırsatlarla karşı karşıya. Avrupa Birliği'nde kota sistemi nedeniyle ihracat hacmimiz belirli ürün gruplarında sınırlandırılmış durumda. Bu durum, özellikle inşaat demiri ve filmaşin gibi uzun mamuller için alternatif pazarlarda daha etkin bir rekabet stratejisi yürütmemizi zorunlu kılıyor.
Kuzey Afrika bölgesi, bu kapsamda önemli bir odak noktası olmaya devam ediyor. Fas, altyapı yatırımları ve sanayi projeleriyle öne çıkan bir pazar olmayı sürdürürken, Mısır ise sadece tüketici değil; aynı zamanda üretici kimliğiyle çoğu ihracat pazarında Türk çelik sektörüyle doğrudan rekabet içinde. Özellikle Avrupa pazarında Mısır’ın bazı ürün gruplarında ihracatçı konumunu güçlendirmesi, Türkiye’nin bölgedeki konumunu daha stratejik ve proaktif şekilde değerlendirmesini gerekli kılıyor.
AB pazarında ise kota kısıtlamaları Türkiye'nin satışlarını sınırlandırırken, damping soruşturmaları sonrası dengeler değişmiş durumda. 2025 yılının ilk beş ayında AB’nin Hindistan, Japonya, Vietnam ve Mısır’dan gerçekleştirdiği sıcak haddelenmiş rulo (HRC) ithalatı %78 düşerek 2,14 milyon tondan 457 bin tona gerilerken, aynı dönemde Türkiye’den yapılan ithalat %81 artarak 446 bin tondan 808 bin tona yükseldi. Böylece Türkiye’nin AB içindeki HRC payı %10,4’ten %23,7’ye çıkarak dikkat çekici bir artış göstermiştir.
Bu veriler, Türk çelik sektörü için Avrupa’da doğru zamanda doğru ürünle pazarda yer almanın hâlâ mümkün olduğunu gösteriyor. Ancak hem Kuzey Afrika’da hem Avrupa’da sürdürülebilir başarı için fiyat rekabetinin ötesine geçerek, ürün kalitesi, teslimat disiplini ve teknik uyumluluk gibi unsurlarla farklılaşmak büyük önem taşıyor.
Orta Doğu: Yeniden yapılanma ve seçici fırsatlarla şekillenen bölgesel pazar
Orta Doğu pazarı, jeopolitik dalgalanmalara rağmen Türk çelik sektörü için stratejik önemini koruyan bir ihracat pazarı olmayı sürdürüyor. Bölgedeki nüfus artışı, kamu destekli altyapı projeleri ve enerji yatırımları, özellikle belirli ülkelerde çelik talebini canlı tutan temel dinamikler arasında yer alıyor.
Suriye özelinde ise savaş sonrası yeniden inşa süreci uzun süredir gündemde olmasına rağmen mevcut siyasi ve ekonomik belirsizlikler nedeniyle ticaret zemini henüz tam anlamıyla olgunlaşmış değil. Gümrük politikalarındaki tutarsızlıklar, sınır ticaretine ilişkin sık değişen regülasyonlar ve ödeme sistemlerindeki kırılganlıklar ihracatçı firmaların bu pazara temkinli yaklaşmasına neden oluyor. Nitekim yakın dönemde kamuoyuna yansıyan, Türkiye’den ithalata yönelik kısıtlama getirildiğine dair haberler, Ticaret Bakanlığı tarafından “geçici bir uygulama” olarak nitelendirilmiş ve bölgedeki ticari istikrarın halen gelişmekte olduğunu göstermiştir. Bu sebeple, Suriye pazarının daha öngörülebilir ve çalışılabilir bir yapıya 2026 itibarıyla kavuşması beklenmektedir.
Öte yandan Türkiye’nin 2025 yılı ilk 6 ayında Suriye’ye gerçekleştirdiği 36.860 ton kütük ve 89.330 ton inşaat demiri ihracatı, bölgedeki ticari potansiyelin hâlen varlığını koruduğunu ortaya koymaktadır. Bu rakamların yıl sonunda 200.000 ton seviyesini aşması beklenmektedir.
Orta Doğu’nun diğer önemli pazarları olan Irak ve Ürdün’de kamu yatırımları ve sanayi altyapısının gelişimi çelik talebini desteklerken, Körfez ülkelerinde ise daha sınırlı fırsatlar söz konusu. Özellikle Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler, artan üretim kapasiteleri ve bazı ürün gruplarında net ihracatçı konumları sayesinde iç taleplerini büyük oranda karşılayabilmekte, hatta zaman zaman bölge dışına arz gerçekleştirmektedir. Bu da Türkiye’den yapılan ihracat açısından potansiyeli sınırlayan bir unsur olarak öne çıkmaktadır.
Sonuç olarak kısa vadede bölgesel riskler ve kapasite dengeleri dikkate alınarak hareket edilmesi gereken bir tablo söz konusudur. Ancak yeniden yapılanma süreçleri ve kamu destekli projeler dikkate alındığında, Orta Doğu pazarı Türk çelik sektörü için orta vadede seçici ve sürdürülebilir fırsatlar sunmaya devam edecektir.
ABD pazarı: Belirsizliklerin gölgesinde sınırlı fırsatlar
ABD pazarı, hacimsel büyüklüğü ve fiyat istikrarı açısından uzun yıllardır Türk çelik sektörü için öncelikli ve stratejik bir ihracat destinasyonu olmuştur. Ancak özellikle 232. Madde kapsamında uygulamaya alınan yüksek gümrük vergileri ve son dönemde revize edilen antidamping önlemleri, Türkiye dâhil pek çok ülkenin bu pazardaki rekabet gücünü ciddi şekilde zayıflatmıştır. Bugün itibarıyla Türk menşeli çelik ürünlerine uygulanan toplam vergi yükü %50 seviyelerine ulaşmıştır.
Bu noktada dikkat çeken en önemli unsur, ABD’nin dış ticaret politikalarında son dönemde yaşanan ani karar değişiklikleri ve uygulama biçimindeki öngörülemezliktir. Öyle ki, bazı HRC yüklemelerinde, ürün gemideyken ya da yükleme esnasındayken devreye alınan ek vergiler, üretici ve ihracatçı firmaları ciddi maliyetlerle karşı karşıya bırakmıştır. Bu durum, sadece rekabetçiliği zedelemekle kalmamış; aynı zamanda Amerikan alıcıları nezdinde tedarikçi güvenilirliğini de sorgulatmıştır.
Bu bağlamda, bugün bazı ürün gruplarında fiyat seviyeleri teknik olarak "tutsa" bile, satıcı firmalar kısa vadeli ticaretten kaçınma eğilimindedir. Vergisel ortamın sık değişmesi ve yasal altyapının istikrarsızlığı, sürdürülebilir ticaret zemini oluşmasını engellemektedir. Diğer yandan, ABD iç piyasasında hurda ve enerji maliyetlerinin artması, bazı özel ürün segmentlerinde niş fırsatlar yaratabilir. Ancak bu fırsatlar da ancak hızlı reaksiyon gösterebilen, teknik olarak farklılaşan ürün sunabilen firmalar için geçerli olacaktır.
İzmir Demir Çelik olarak biz, mevcut şartlarda ABD pazarına yönelik riskleri dikkatle izliyor; odak noktamızı, vergisel belirsizliğin daha düşük olduğu alternatif pazarlara yönlendiriyoruz. ABD pazarındaki gelişmeleri ise olası düzenlemelere hazırlıklı olmak adına yakından takip etmeyi sürdürüyoruz. Özellikle orta vadede, ticaret anlaşmalarında bir yumuşama ya da proje bazlı ürünlerde özel izin süreçleri oluşması hâlinde, bu pazarda yeniden daha etkin bir oyuncu olmak mümkündür. Ancak bugünkü koşullarda ABD, dikkatli ve seçici yaklaşımla değerlendirilmesi gereken bir pazar konumundadır.
Küresel korumacılık artıyor: Rekabet artık sadece fiyatla sınırlı değil
Son yıllarda çelik sektöründe, dünya genelinde artan korumacılık eğilimleriyle birlikte küresel ticaretin dinamiklerinde köklü değişimler yaşanıyor. ABD, AB ve birçok ülke, yerli sanayisini koruma, istihdamı destekleme ve dış ticaret dengesini kontrol altına alma amacıyla gümrük tarifeleri, ülke ve ürün bazlı kota sistemleri, antidamping önlemleri ve sınırda karbon düzenlemeleri gibi çeşitli uygulamaları devreye almış durumda.
Bu gelişmeler, serbest ticaretin temel ilkelerini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda piyasa erişimini daha karmaşık ve politik bir zemine taşıyor. Çelik sektörü özelinde ise bu eğilim; bölgesel arz fazlaları, fiyat dengesizlikleri, ani ticaret yönü değişiklikleri ve pazar daralmaları gibi sonuçlar doğuruyor.
Türk çelik sektörü gibi ihracata dayalı yapılar için bu durum doğrudan rekabet gücünü etkileyen bir faktör haline gelmiş durumda. Özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik uyguladığı kota sisteminin belirli ürün gruplarında oldukça sınırlayıcı olması, ihracatçı firmaların pazara erişim kabiliyetini hem dönemsel hem de hacimsel olarak kısıtlıyor.
İzmir Demir Çelik olarak bu yeni düzende esnek üretim planlaması, pazar çeşitliliği ve liman işletmeciliğinden kaynaklanan lojistik avantajlarımızla pozisyon alıyoruz. Sadece ürün değil; hızlı teslimat, teknik destek ve sürdürülebilir hizmet sunarak müşterilerimizle uzun vadeli iş birliklerini önceliklendiriyoruz.
Sonuç olarak artan korumacılığın sektöre getirdiği en önemli değişikliklerden biri, artık sadece rekabetçi fiyat ve kalite değil, aynı zamanda ticaret politikalarına uyum sağlayabilen çevik ve stratejik bir yaklaşımın da başarıyı belirleyen temel faktörlerden biri haline gelmiş olmasıdır.
AB kota sistemi güncellemesi: Şartlar kısmen iyileşti, yıl sonu için göreceli bir pozitif etki bekleniyor
Avrupa Birliği’nin 1 Ağustos 2025 itibarıyla yürürlüğe giren kota sistemi revizyonu, Türk çelik sektörü açısından belirli ürün gruplarında kısmi bir nefes alma imkânı sunmuştur. Özellikle Kategori 17 olarak adlandırılan köşebent, profil ve şekilli ürünlerde, Türkiye’ye özel ülke kotası tanımlanması, rekabetçiliğin artırılması ve pazara erişimin daha öngörülebilir hâle gelmesi açısından önemli bir adımdır.
Ancak bu gelişmenin geçmiş dönemlerle karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Önceki yıllarda Türkiye, bu ürün grubunda "diğer ülkeler" için ayrılmış olan toplam 57 bin tonluk residual kotadan faydalanmakta, bu kotanın yaklaşık 35 bin tonluk kısmı yalnızca Türkiye tarafından kullanılmaktaydı. Bu açıdan bakıldığında 1 Ekim 2025 itibarıyla Türkiye için tanımlanan 22.892 tonluk sabit ülke kotası sayısal olarak bir artış değil, daha çok yapısal bir düzenleme olarak okunmalıdır.
Bu yeni sistem, yılın son çeyreğine girerken sektörün üzerinde hissettiği baskının bir miktar azalmasına katkı sağlayabilir. Özellikle ortak havuzda hızla tükenen kota nedeniyle yılın ilerleyen aylarında ihracatın sekteye uğradığı önceki dönemlere kıyasla, daha planlı ve uzun vadeli satış ilişkileri kurmak artık mümkün olacaktır.
İzmir Demir Çelik olarak, bu düzenlemeyi özellikle Avrupa’daki profil ve benzeri ürün gruplarına yönelik ihracat planlamamız açısından temkinli bir iyileşme olarak değerlendiriyoruz. Her ne kadar kota tahsisi geçmişte fiilen kullanılan miktarın altında kalsa da yılın zorlu ilk yarısının ardından bu yeni dönemin görece daha pozitif bir katkı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak kota artışı teknik anlamda sınırlı kalmış olsa da ticari istikrar ve pazara sürdürülebilir erişim açısından oluşturduğu çerçeve, 2025’in son çeyreğinde daha dengeli bir ihracat ortamı oluşmasına olanak sağlayacaktır.
Ekonomik dalgalanmalar ve inşaat sektörüne yansımaları: Dengeli ve esnek bir yaklaşım
2025 yılı itibarıyla Türkiye inşaat sektörü, makroekonomik göstergelerin belirleyici etkisi altında seyretmektedir. Yüksek enflasyon oranları, faizlerdeki artış ve finansmana erişimde yaşanan zorluklar, özellikle özel sektör projelerinin ertelenmesine veya ölçek küçültmesine yol açmıştır. Bu gelişmeler, çelik sektöründe başta inşaat demiri olmak üzere iç piyasa odaklı ürünlerde talep daralması şeklinde yansımaktadır.
Aynı dönemde kamu yatırımlarında ise bütçe kısıtları nedeniyle yavaşlama ve projelerin aşamalı şekilde ilerletilmesi gözlemlenmektedir. Bu tablo, sektör genelinde üretim planlamalarında daha temkinli ve selektif bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.
İzmir Demir Çelik olarak biz, iç piyasadaki bu zayıflamayı ihracat odaklı stratejilerle dengelemeye odaklandık. 2024 yılı itibarıyla devreye aldığımız yeni çelikhane yatırımımız sayesinde artan üretim kapasitemiz, yarı mamul segmentinde hem iç hem dış pazarlarda daha güçlü bir pozisyon almamızı sağladı. Aynı zamanda iç piyasada da proje bazlı satış yapısına ağırlık vererek, müşteri segmentasyonuna dayalı esnek ve kontrollü bir satış stratejisi benimsiyoruz.
Sonuç olarak, Türkiye’deki mevcut ekonomik koşullar inşaat faaliyetlerinde belirgin bir yavaşlamaya neden olsa da İzmir Demir Çelik olarak bu süreci yalnızca savunma refleksiyle değil; uyum, çeşitlendirme ve proaktif pozisyon alma stratejileriyle yönetiyoruz.
2025 yılı ve son çeyrek beklentileri: Denge ve güçlü duruş stratejisi
2025 yılı, küresel çelik piyasasında korumacılığın arttığı, talep tarafında kırılganlığın sürdüğü ve üreticilerin stratejik konumlanmaya odaklandığı bir dönem olarak ilerliyor. İzmir Demir Çelik olarak bu yılı; güçlü üretim altyapımız, entegre lojistik kabiliyetimiz ve ihracat odaklı yaklaşımımızla dengeli bir şekilde yönetiyoruz.
Yılın ilk yarısında hem global hem de yerel ölçekte zayıf talep ortamı, ticaretin daha temkinli yürütülmesini zorunlu kıldı. Türkiye özelinde yüksek faizler ve finansman erişimindeki sıkıntılar nedeniyle iç piyasada daralma yaşandı. Her ne kadar TÜİK verilerine göre Haziran ayında inşaat yatırımları son dört yılın en yüksek aylık artışını göstermiş olsa da bu ivmenin henüz sektör geneline yansımadığı görülüyor.
Bu süreçte, ihracat odaklı stratejimizle Kuzey Afrika ve Orta Doğu gibi altyapı yatırımlarının güçlü olduğu pazarlarda etkinliğimizi sürdürdük. Lojistik avantajlarımızla hızlı ve güvenilir tedarik sağlayarak bu bölgelerdeki rekabet gücümüzü koruduk.
Hurda piyasasında ise son üç aydır 340–345$/ton CFR bandında yatay bir seyir izleniyor. Bu durağanlık, küresel ölçekteki alım isteksizliği ve ticaret politikalarındaki belirsizliklerle doğrudan ilişkili. Satıcılar daha temkinli ve kısa vadeli satışlarla hareket ediyor.
Son çeyreğe dair beklentimiz, mevcut sakin görünümün büyük ölçüde süreceği yönünde. Avrupa Birliği’nin ülke bazlı kota düzenlemeleri Türkiye lehine fırsatlar sunsa da iç piyasada olası bir faiz indirimi dışında ciddi bir hareketlilik beklenmiyor.
İzmir Demir Çelik olarak bu süreci sadece risk yönetimiyle değil, aynı zamanda geleceğe hazırlık dönemi olarak değerlendiriyor; sürdürülebilir üretim ve güçlü iş ortaklıklarıyla yılı sağlam bir şekilde tamamlamayı hedefliyoruz.