Ekinciler Holding Satış ve Pazarlama Koordinatörü Batuhan Ekinci ile çelik sektörüne dair son durumu ve önümüzdeki döneme ilişkin beklentileri konuştuk.
Firmanızın faaliyetleri hakkında bilgi alabilir miyiz?
Ekinciler Demir Çelik’in temelleri, 1964 yılında merhum Ali ve Orhan Ekinci tarafından “Ali Ekinci ve Evlatları Kollektif Şirketi” adıyla atıldı. Çelik sektöründeki bu uzun yolculuğumuz, 1970’li yılların başında Karabük’te devreye alınan ilk haddehane ile başladı. 1983 yılına gelindiğinde ise İskenderun’da bölgenin ilk özel demir-çelik tesisini kurarak sektörde öncü bir adım attık. 1987 yılında faaliyete geçen Orhan Ekinci Limanı ile de deniz ticaretine adım attık ve tamamlanan yatırımımızla birlikte liman kapasitemizi yılda 12,5 milyon tona ulaştırarak bölgenin en önemli lojistik üslerinden biri haline geldik.
Bugün itibarıyla 60’tan fazla ülkeye ihracat gerçekleştiren, iç piyasada ise inşaat demiri alanında kalite, güvenilirlik ve müşteri memnuniyeti açısından ilk tercih edilen markalardan biri olmayı sürdürüyoruz. Ana üretim kalemimiz inşaat demiridir. Modern tesislerimizde, uluslararası standartlara uygun, yüksek mukavemetli ve kaliteli inşaat demiri üretiyor; altyapı projelerinden konutlara, endüstriyel yapılardan köprü, yol ve liman projelerine kadar çok geniş bir kullanım alanına hizmet ediyoruz.
Üretim gücümüzün en önemli unsurlarından biri, haddehanemizde kullandığımız monoblok hadde teknolojisidir. Bu teknoloji sayesinde, standartların izin verdiği tolerans aralıklarında daha hafif inşaat demiri üretip aynı tonajda daha fazla ürün elde edebiliyoruz. Bu özellik, özellikle depreme dayanıklı bina yapımlarında tercih edilmemizi sağlıyor. Ayrıca monoblok sistem, yüksek proses kontrolü ve homojen üretim yapısıyla ürünlerimizin mukavemet değerlerini uluslararası standartların da üzerine çıkarıyor.
Sahip olduğumuz üretim teknolojileri, kalite kontrol sistemlerimiz ve müşteri odaklı yaklaşımımız sayesinde ürünlerimiz hem yurt içinde hem de ihracat pazarlarında yoğun talep görüyor. Başta Orta Doğu, Orta ve Doğu Afrika ile Avrupa olmak üzere 60’tan fazla ülkeye düzenli ihracat yapıyoruz.
Ayrıca sürdürülebilirlik anlayışımız doğrultusunda, çevre dostu ve enerji verimliliği yüksek proseslerle üretim faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Müşteri memnuniyetini her zaman öncelikli hedefimiz olarak belirledik. Ürün çeşitliliğimizi ve kalite standartlarımızı sürekli geliştirerek sektördeki güçlü ve istikrarlı konumumuzu korumaya kararlıyız.
Talep ve fiyatlardaki gidişat hakkında neler söyleyebilirsiniz?
2025 yılı demir-çelik sektörü için oldukça hareketli başladı. Küresel ekonomide belirsizliklerin devam etmesine rağmen Türkiye özelinde ihracatın yeniden ivme kazandığını görüyoruz. Ocak-Haziran döneminde Türkiye’nin toplam çelik ürünleri ihracatı yaklaşık %18 artışla 7.500.000 ton seviyesine ulaşmıştır. İnşaat demiri ihracatı ise geçen yılın aynı dönemine göre %26 oranında artış göstermiştir. Bu tablo bize iç talebin zayıf seyretmesi halinde dahi dış pazarların absorbe edici gücü sayesinde Türk çelik sektörünün üretim kapasitesini etkin biçimde kullanmasını sağladığını göstermektedir.
Fiyatlar açısından ise yılın ilk çeyreğinde oldukça dalgalı bir seyir yaşanmıştır. Özellikle Şubat-Mart döneminde hurda fiyatlarının geri çekilmesi, nihai ürün fiyatlarını da aşağı çekmiş ancak bahar aylarıyla birlikte özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarlarından gelen canlı taleple fiyatlarda toparlanma görülmüştür. Yine de küresel ekonomide faizler, enerji maliyetleri ve Çin’in talep yönlü politikaları belirsizliği nedeniyle dalgalı bir görünüm mevcut. Biz Ekinciler olarak fiyatlardaki bu dalgalanmaları bir tehditten çok fırsat olarak görmekte ve esnek satış politikamız ile geniş müşteri ağımız sayesinde doğru zamanda doğru pazara yönelerek avantaj elde etmekteyiz.
Maliyet açısından hurda ve kütüğe bakıldığında önümüzdeki dönem için hammadde kullanımına yönelik planlarınız nedir?
Hurda yapısal olarak arzı sınırlı bir ürün. Küresel geri dönüşüm miktarı belli bir seviyenin üzerine çıkmıyor, Türkiye gibi büyük tüketici ülkelerde ise talep oldukça yüksek. Bu nedenle hurda fiyatları her zaman belli bir taban üzerinde kalıyor ve orta vadede genellikle yukarı yönlü baskı altında oluyor. Ayrıca Türkiye’nin elektrik ark ocaklı üretim modelinde hurda vazgeçilmez bir girdi olduğundan fiyatlar talep tarafında kolay kolay çöküş göstermiyor.
Kütük tarafında ise tablo biraz daha farklı. Kütük, hurdanın ikamesi konumunda. Hurda pahalılaştığında kütük cazip hale gelirken, hurda gevşediğinde kütüğün cazibesi azalıyor. Bu nedenle kütük fiyatları daha dalgalı ve zaman zaman aşağı yönlü risk taşıyor. Üstelik Rusya ve İran gibi büyük ihracatçıların düşük maliyetli arzı, fiyatlarda aşağı yönlü baskıyı artırıyor. Özellikle İran’ın 460$ civarından piyasaya girmesi, genel fiyat seviyesini aşağı çekiyor. Fiyat rekabeti oldukça yoğun; Malezya ve Çin daha istikrarlı görünse de Rusya–İran ikilisinin agresif fiyatlamaları nedeniyle kütükte hurda gibi sürekli yukarı yönlü bir trend beklemek mümkün olmuyor.
Önümüzdeki dönemde, yani 2025’in ikinci yarısında hurda ithalatının 20–21 milyon ton bandında gerçekleşmesi, kütük ithalatının ise 3,9–4,3 milyon ton aralığında şekillenmesi beklenmektedir. Fiyat tarafında ise HMS 80/20 CFR Türkiye hurda fiyatlarının 345–365$/ton, kütük fiyatlarının ise 455–490$/ton bandında dalgalanması öngörülmektedir. Bu görünüm, hurdanın taban fiyat yapısı nedeniyle daha stabil kalacağına, kütüğün ise arz kaynaklarının (özellikle Rusya ve İran) düşük maliyetli sevkiyatları ile daha dalgalı bir fiyat bandında hareket edeceğine işaret etmektedir.
Sonuç olarak hurda, yapısal talep ve yüksek kapasite kullanım oranı hedefi nedeniyle sürdürülebilirlik avantajı sunarken, kütük piyasası jeopolitik riskler, navlun dalgalanmaları ve arz fazlalığı kaynaklı fiyat oynaklıklarına daha açık kalmaya devam edecektir. Bu nedenle üretim ve alım planlamalarında hurda merkeze alınırken, kütük ise esnek ikame rolünde değerlendirilmeli; fiyatlama stratejileri ise hurda için istikrarlı taban, kütük için ise rekabetçi fırsat odaklı kurgulanmalıdır.
İhracat piyasalarındaki durumu nasıl yorumluyorsunuz? Özellikle Kuzey Afrika ile rekabet konusunda neler söyleyebilirsiniz?
İhracat piyasaları şu anda Türk çelik sektörünün can damarını oluşturuyor. Avrupa’da talebin daraldığı bir dönemde, Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarları ihracatçılar için kritik hale geldi. Romanya, Yemen ve Birleşik Krallık gibi pazarlar Türkiye açısından 2025’te öne çıkarken, Kuzey Afrika’da rekabetin çok yoğunlaştığını söylemek gerekiyor. Türkiye, coğrafi konumu, hızlı teslimat avantajı ve navlun maliyetlerindeki esneklik sayesinde Kuzey Afrika’da güçlü kalmaya devam ediyor. Biz Ekinciler olarak bu pazarda müşteri ilişkilerini uzun vadeli sözleşmelerle güçlendirmeye çalışıyoruz. Ayrıca ürünlerimizin kalite avantajını ve Eksismik Plus gibi yenilikçi teknolojilerimizi ön plana çıkararak farklılaşmayı hedefliyoruz.
Bölgedeki son gelişmelerle birlikte başta Suriye olmak üzere Orta Doğu ülkelerindeki satış fırsatlarını nasıl görüyorsunuz?
Orta Doğu, önümüzdeki dönemde Türkiye için en stratejik bölgelerden biri olmayı sürdürüyor. Irak’ta yeni çelik tesislerinin devreye alınması, Suudi Arabistan’daki mega projeler (Neom gibi) ve BAE’deki istikrarlı inşaat faaliyetleri bu bölgeyi cazip hale getiriyor.
Suriye ise özel bir vaka. Bir taraftan savaş sonrası yeniden inşa ihtiyacı ciddi bir pazar potansiyeli oluşturuyor, diğer taraftan ise gümrük rejimi ve ticari düzenlemelerdeki belirsizlikler risk yaratıyor. Suriye pazarı fırsatlarla dolu ancak risk yönetimini doğru yapmayan firmalar için problemli olabilir. Ekinciler olarak bu pazara yönelik satışlarımızda kontratlarımızı ödeme ve gümrük açısından garanti altına alan hükümlerle şekillendiriyoruz. Uzun vadede ise Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinde Türk çelik sektörünün çok önemli bir rol oynayacağına inanıyoruz.
Dünya genelinde gittikçe artan korumacılık piyasalarda ne gibi değişikliklere yol açıyor?
Korumacılık, günümüzde çelik ticaretinin en belirleyici faktörlerinden biri haline geldi. AB tarafında uygulanan kota sistemleri, ithalatın yönünü ciddi şekilde etkiliyor. Özellikle Türkiye gibi büyük ihracatçılar için çeyrek başlarında kotaların hızla dolması, satışların planlanmasını zorlaştırıyor.
Bunun ötesinde 2026 itibarıyla devreye girecek olan Karbon Sınır Düzenleme Mekanizması (SKDM) da sektörün geleceğini şekillendirecek. Şu anda raporlama yükümlülüğü var ancak 2026’dan sonra karbon sertifikası satın alma zorunluluğu gelecek. Bu durum, karbon ayak izini azaltmayan firmalar için ciddi bir maliyet baskısı oluşturacak.
ABD’de ise Section 232 vergilerinin %50’ye çıkarılması, küresel ticaretin yönünü değiştirdi. Bu tablo bize şunu gösteriyor, artık sadece fiyat rekabeti yeterli değil. Menşei yönetimi, kota planlaması, karbon ayak izi ve lojistik stratejileri ihracatta başarı için en az fiyat kadar önemli hale geldi.
Mevcut ekonomik durum inşaat faaliyetlerini ve işlerinizi nasıl etkiliyor?
Türkiye’de ekonomik koşullar çelik sektörünü doğrudan etkiliyor. Faiz oranlarının yüksek olması nedeniyle konut talebi baskılanıyor. Özellikle bireysel konut talebinde yavaşlama net şekilde hissediliyor. Ancak kamu projeleri ve deprem bölgesindeki yeniden inşa çalışmaları iç talebi belli bir seviyede canlı tutuyor.
Bizim açımızdan bu tablo, iç pazarda daha seçici davranmayı zorunlu kılıyor. Yani tüm projelere değil, stratejik önemdeki projelere odaklanıyoruz. Bunun yanında ihracatta büyüyen pazarlarımız sayesinde üretim kapasitemizi daha verimli kullanabiliyoruz. Dolayısıyla ekonomik dalgalanmalar iç talebi etkilerken, ihracat odaklı stratejimiz şirketimize esneklik sağlıyor.
2025 yılı nasıl geçiyor, yılın geri kalanına ilişkin beklentileriniz neler?
2025 yılı Türk çelik sektörü açısından hem zorlukların hem de önemli fırsatların bir arada yaşandığı bir yıl oluyor. Yılın ilk yarısında ihracat tarafında yakaladığımız güçlü ivme, bizleri motive etti. Özellikle Kuzey Afrika ve Orta Doğu pazarlarında artan talep, kapasite kullanım oranlarımızı yüksek seviyelerde tutmamıza imkân tanıdı. Avrupa tarafında kotaların açılması ve ülkeye özel düzenlemeler, belirli ürün gruplarında nefes aldırdı.
İç pazara baktığımızda ise yüksek faiz oranlarının konut talebini baskıladığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle bireysel konut yatırımları finansman maliyetleri nedeniyle erteleniyor. Buna rağmen iç talebi canlı tutan çok kritik bir unsur var: deprem bölgesindeki yeniden inşa projeleri. 6 Şubat depremleri sonrası başlatılan kapsamlı konut ve altyapı projeleri, bölgesel ölçekte ciddi bir inşaat demiri talebi yaratıyor. Sadece yeni konutların yapımı değil, aynı zamanda kamu binaları, altyapı tesisleri ve sosyal donatı projeleri de bu talebi destekliyor. Ekinciler olarak biz de bölgenin yeniden ayağa kalkmasına katkı sağlamak için üretimimizin belirli bir bölümünü bu projelere yönlendirmeye özen gösteriyoruz. Bu aynı zamanda sosyal sorumluluk bilinciyle de örtüşen bir yaklaşım.
Yılın geri kalanına ilişkin beklentilerimiz ise dalgalı ama kontrollü bir piyasa görünümü üzerine kurulu. Fiyatların küresel belirsizliklerden ötürü zaman zaman gerilemesi muhtemel, fakat ihracat tarafında Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan gelen taleplerle desteklenmesi bekleniyor. AB kotalarının sağladığı ek fırsatlar, MENA bölgesindeki büyük projeler ve deprem bölgesindeki konut talebi sayesinde yılı olumlu kapatma şansımız oldukça yüksek.
Özetle 2025 bizim için stratejik esneklik yılı. Hammadde paritesini doğru yönetmek, ihracatta pazarı çeşitlendirmek, iç pazarda ise özellikle deprem bölgesi projelerine odaklanmak sayesinde yılı hem operasyonel hem de ticari açıdan verimli bir şekilde tamamlamayı hedefliyoruz.